10/16/09

cam şair

Büyük bir homurtu sokağın diğer ucundan başlayarak -arnavut kaldırımı taşlarının üzerinden zıplaya zıplaya gelmektedir. Yalnızca zıplayan bu homurtu değil, ihtiyar bir at, en az at kadar ihtiyar bir adam ve hepsinden de ihtiyar bir at arabası da zıplamakta. Homurtuların kaynağı at mıdır adam mıdır bilinmez -zaten neler söyledikleri de pek anlaşılmaz. Tek görebildiğim atın kendini yerden yere atmasıdır- doğal olarak da araba da ata uyum sağlamaya çalışıyor. Adam ise atı tekrar ayağa kaldırmaya çalışmakta. At, hayatımda gördüğün en inatçı attı. Kendini yerden yere atıyor, dizlerini devamlı kırıyor ve kalkmamaya direniyor -bu hareketleri ise arabanın büyük bir gürültüyle gıcırdamasına yol açmakta. Biraz daha yaklaşınca adamı beyaz melon şapkasından tanıdım. Üstünde beyaz -sanırım beyazlık yıllar sonra yerini griye terk etmiş- bir pantalon ve bir de ceket vardı. Yüzünü göremedim pek ama eminim ki güvelerin delik deşik ettiği fuları boynundadır.

Adamın adı Andre’dir -atınınkini ise bir O bilir. Andre bu sokağın yetiştirdiği en kültürlü insanlardan biriydi, yazardı. Aklına ne gelirse ve o anda elinde ne varsa yazardı. Kireç taşları ile kaldırıma, yaprakların yeşili ile çiçeklerin taçlarına, kalemle kağıda -hatta kağıtla kaleme bile yazardı. Piposunun dumanı ile bir şiir yazdığını iddia edenler vardı -ama ben görmedim. İnsan görmediği şeylere şahitlik eder mi ya da her şahit olduğu şeyi görmüş müdür, ondan da emin değilim. Andre gençliğinin o ilk tadında hep şiirler, aşk şiirleri yazdı. Hiç çalıştığını gören olmamıştı. Melon şapkası, fuları ve piposu ilham kaynağı idi. Yazarken göz bebkleri iyice kısılır, alnındaki damarlar çıkar, soğuk soğuk terler, hiç bir şeyi duymaz, hiç bir yere bakmazdı. Şiiri bitince alnındaki nazar boncuklarını cebinden çıkardığı bembeyaz mendili ile silerdi. Herhalde bir düzine beyaz mendili vardı -yoksa her daim beyaz kalacak bir mendil taşımak mümkün değildir.

Andre de o malum düşmana -zamana- boyun eğdi. Yıllandı, yaşlandı, olgunlaştı -yüzündeki kırışıklıklar arttı ki onlar erkeksiliğin birer imzalarıdır. Kırışıklıklar düşünce yüze, Andre düşmez mi kızların aklına.. Bir genç kız sevdi. Nasıl oldu kimse anlamadı ama evlendi. O kadar mutluydu ki piposundan duman daha kuvvetli çıkar oldu -şiirler de bir o kadar hisli. Şiirlerinin ve genç karısının birleşiminden bir de minik kızı oldu- Anonyme.

Anonyme ile birlikte hayatın rengi de değişmişti. Hüzünlü siyah beyaz fotoğraflar renklenmiş, tüm kelimeler sevgi olmuştu. Anonyme de zamana karşı koymayacaktı tabi. Üç yaşına kadar hızla büyüdü. En büyük oyuncağı babasının melon şapkasıydı -en büyük zevki ise Cam Sokak’ta babası ile yaptığı gezilerdi.

Bu gezilerin bir ilkbahar sabahında Cam sokak sakinlerine süt dağıtan keçi çobanı ile karşılaştılar. Çoban, Anonyme’e kibarca süt isteyip istemediğini sordu -iyi bir centilmen genç bayanlara karşı her zaman naziktir. Anonyme de kibarca başını öne eğerek kabul etti. Bu resim Andre için yeni bir ilham kaynağı olmuştu. Hemen cebinden bir kalem çıkarıp mendiline kelimeleri dökmeye başladı -çoban da büyük bir kavanoza sütü. Anonyme usulca keçilere yaklaştı -hatırlarını sorup biraz sevmek için. İşte o an -en az bu at kadar inatçı- bir keçi huysuzlanarak bir çifte ile küçük Anonyme’i tekmeledi.

Çoban koştu
Andre koştu
O koştu
Bu koştu
Şu koştu
Keçi kaçtı

Yerdeki kırmızı göl, kaldırım taşlarına mı aitti yoksa Anonyme’in bir sünger kadar yumuşak başına mı- kimse bilemedi.

Genç anne için bu acı taşıyabileceğinden fazla idi, kızına kavuştu. Andre ise iki acıya birden dayanamadı.

Andre’yi rahibelerin gözetimine verdiler. Rahibelerin yardımcı olduğu bir çok akıldışı insan vardı. O zamanlar akılsızlığın tek nedeni Tanrı idi -tek çaresi de. Tanrı uygun zamanı beklerken rahibeler de Andre’yi hep sakin tuttular. Bitki ilaçları ile uyuttular. Aşırı heyecan, akıldışılara zararlıydı -kafasına iğneler batırıp heyecanını aldılar. Bu dinlenme döneminde -sonrasında da- Andre yazamaz oldu. O kadar sakinleşti ki konuşamaz oldu. Tamamen sakinleştiğine inandıkları Andre’yi yeni akıldışılara yer açabilmek için sokağa saldılar. Ona acıyan arabacılar, akşamları atları yıkama işleri karşılığı yemek verdiler.

At, arka ayaklarını kırıp ön ayaklarını da iki yana açarak kendini kaldırım taşlarına teslim etti. Andre pes etmişti -belki de çok önce. Belini tutup doğruldu. Alnında boncuk boncuk ılık ter birikmiş. Cebinden -artık gri de değil simsiyah olmuş- bir beyaz mendil çıkarıp terini sildi, alnını ve avuç içlerini, sonra da buğulanan gözlüğünün kalın camlarını. Yüksek sesle homurdanmaya devam etti,
at da öyle..

17 Haziran 2002

No comments: