10/16/09

mavi masal

Merhaba demek için dünyaya bir haftadan kısa bir süre kalmıştı. Herkes merakla bekliyordu. Diğer erkekler babaya yardım ediyorlar -yakaladıkları balıklardan birini de onlara veriyorlardı. Kış uzun ve soğuk, yiyecek azdı. Anne ise iyice ağırlaşmış -koca bir bulutun ağırlığı kadar ağırdı karnındaki yavrusu. Beklenen gün geldi. Anne ayıyı sardı tüm dişi ayılar. Baba korkulu bir bekleyişte. Penguenlerin merakı ise bebeğin cinsiyeti. Annenin acılı çığlıkları arasında gözlerini sonsuz beyazlıklara, soğuk gökyüzüne açtı. Geceydi -daha uzun bir süre de gece kalacak gibiydi. Bebeğin üstüne gecenin mavisi vurdu. Anne haykırdı:

-bebeğimi verin koynuma.
-Isıtayım O’nu, koruyayım gecenin ayazından.

Etraftakiler şaşkındı. İçlerinden biri heyecanlı bir şekilde:

-ayın mavisi vuruyor bebeğin çıplak tenine. Sanki O da mavi.

dedi. Diğeri ise heyecanlı, kekeleyerek:

-galiba bebek mavi

dedi. Bu üç kelime mermere düşen bir cam gibi karanlıkta dağıldı. Erkek ayıların sevinç homurtuları suskunluğa dönüştü. Penguenler meraklı gözlerini daha da açtılar. Anne kucağına aldı bebeğini, sarıldı -mavi minik bir bebekti- çıplak,gözleri yumuk yumuk, pençeleri tırnaksız, korunmasız. Erkeklerden en yaşlı olanı, ailenin başı suskunluğu bozdu:

-bu uğursuzluktur.
-mavi kutup ayısı olmaz. Ay kızdı bize. Gecenin öfkesi yıldızlardan akacak üstümüze. Kıtlık gelecek.

Sonra babaya döndü. Diğer ayılar ürkek sığındılar ailenin başına- kimisi utangaç eğdi başını -buzdan oldu tüm kalpler. Kaşlarını çattı:

-ya bu mavi ayı gidecek, ya da biz.

diye gürledi. Penguenler fırtınadan kaçar gibi tek tek denize atladılar. Baba ise:

-madem öyle biz gideriz.

dedi. Sözlerini tamamlamasından önce anne ayı sırtına aldığı yavrusuyla yollara koyulmuştu. Başka bir söz için vakit harcamadan, baba da gitti ailesinin ardından. Mavi ise bihaber dünyadan. Bildiği tek şey annesinin sıcak tüyleri ile babasının ılık nefesiydi. Kara, buza, soğuğa aldırmadan ilerlediler. Kimi zaman durmak zorunda bıraktı onları yıldızları bile gizleyen hain kar taneleri. Yaşamak için bir kıyıya ulaşmaları gerekiyordu. Yaşayacaklardı çünkü sırtlarında güneşten sıcak bir kalp taşıyorlardı -mavi bir kalp.

Mavi gün geçtikçe güzelleşti. Mavi tüyler sardı bedenini, artık eskisi kadar üşümüyordu kahverengi burnu ve pençeleri buz üstünde kaymadan yürüyebileceği kadar güçlenmişti. Gökyüzü geceyi kovalayıp gündüzü karşılarken bir kıyıya vardılar. Uyku kaçtı bedenlerinden ve güneş buzları öyle bir parlattı ki kamaşan gözlerin ışığa alışması zaman aldı. Buzda kendini gördü Mavi. Önce korktu -diğer ayıların korktuğu gibi. Sonra yaklaşıp iyice baktı kendine -döndü annesine baktı, babasına baktı -onlardan farklıydı. Baba soran gözlere cevap veremedi, anne yaklaşıp burnunu öptü uzun uzun. Farklı olmak öfkelendirdi Mavi'yi -kaçıp gitmek istedi. Annesi Mavi'nin gözlerindeki öfkeyi gördü, yol çizgilerini farketti:

-seni bulduğumuzda tek başına yatıyordun karlar üzerinde. Anneni, babanı çok aradık. Sonra anladık ki baban güneş, annen ay senin. Seni sallarken yıldızların beşiğinde sanırım düşürdüler yeryüzüne. Biz de seni sevdik. Babanla kalplerimizi üstüste koyup seni evlat edindik.
-artık öğrendin gerçekleri. İstediğin zaman yıldızlara geri dönebilirsin.

Babasına baktı Mavi. Babanın gözpınarlarında bir damla buz vardı. O da başını öne salladı -onaylarcasına anneyi. Mavi başını göğe çevirdi. Gökyüzü de O’nun gibiydi -mavi. Babasına;

-güneşim

Annesine;

-ayım. dedi.

-O iki kalbin üstüne benimkini de ekleyin.

Eğer görmek isterseniz Mavi’yi, başınızı mavi gökyüzündeki beyaz yıldızlara çevirin.

30 Kasım 2000

No comments: